KO SPI



                    KO SPI  ( AK DAG) PALU,DAREHENI,QAREBEGAN ÜCGENI
                          HIRYE LEZGI /KIRDKI = ÜC CATAL VEYA ÜCGEN
                                                     ANLAMINDADIR








                                                         Ko Spi ( Akdag)







                               XEYLUN GUEWDERI /XEYLUN U KEBIR (BÜYÜKCALTI KÖYÜ)






                                                HUN /Palu










Yusuf Ziya Döger

CELİL ÇAVUŞ
- 1873 yılında doğdu. Babası Guêw köyünden Molla Wusfo ailesine mensup Feh AHMET’tir. Annsi Guêw köyünden Aslonon ailesine mensup Köse’nin oğlu Besê idi.
- 1879 yılında 6 yaşında iken babasını kaybetti. 5veye 6 kardeştiler. Kardeşlerin en küçüğü idi
- Babasının ölümden sonra annesinin bir başkası ile evlendiği biliniyor. Ama kimle evlendiğini bilmiyoruz.
- Ağabeyinlerin en büyüğü olan Hasan Gaçır denilen köyde imamlık yapıyormuş. Diğerleri hakkında bir bilgi edinilemedi. Ancak isimleri Mehmet, Ömer…
- Seferberlik döneminde sağ kalan amcası FEQİ TAHİR’in kızı Fatma Amca çocuklarından oluyşan 12 aile olarak yola çıktıklarını sonuçta sağ kalan ve haber alınan tek kişi.
- Amcazadelerinden mola Said tarafından 12 yaşına kadar büyütüldü.
- Akrabası Faris amca (Köyden HESENO denilen aileye mensup) ile beraber 1885 yılında Diyarbakır’a ticaret için gitti. Ancak geceledikleri bir yerde Faris amca onu tek başına bıraktı.
- Parasız ve kimsesiz kaldı, ilk önce su satarak biraz para kazandı. Bir kervanla yola çıktı anlatımına göre İzmir’e gitti.
- Bir gece ansızın yüreğini kaplayan anne özlemi nedeniyle geri döndü. 3 aylık bir süre içersinde Erzurum ve Muş üzerinden Köye döndü. 1897 yılında 24 yaşındaydı.
- Dönüşünde Yolu üzerinde Was WIS EMRO ile evli olan amcazadesinin kızı (Molla Abdulmecid’in kız Kardeşi) BERİKA’nın kocası FEEHMED’in oğlu Celil’in dönüşü şerefine 12 hayvan kesti.
- 1yıl köyde kaldı ve 6 ay da amcası Molla Said’in yanında kaldı.
- 1900 yıllarının başında 25- 26 yaşında iken Köyden tekrar ayrıldı. Nedeni bilinmiyor. Muhtemelen askerlik görevi için. İstanbul’a kadar gittiği ve 7 yıllık bir süre zarfını kapsayan bir dönemdir.
- Buradan birinci Dünya şavaşı nedeniyle güneye gönderildiği aktarıldığına göre Mekke’ye 4 günlük bir yürüme mesafesinde oldukları bir yer. Muhtemelen Yemen veya kanal cephesidir.
- Ve Siirt’e görevli olarak geldiği orada yakılan hanımı Hanife ile 40 yaşından sonra evlendiği biliniyor. Evli kaldığı süreye göre 1915 - 1916 yılında evlenmiş olması muhtemeldir.
- Buradan muhtemelen 1917 yılında Bingöl’un FEXRAN köyüne tayin edildi. Hanımını Siirt’te bıraktı ancak 8 – 10 ay sonra gidip hanımını alabildi. Eldeki bilgilere göre Hanife bir daha memleketine dönemedi.
- FEXRAN’da 7 yıl emekli oluncaya kadar kaldı. Orada bir başak kadın Gülizar ile ikinci evliliğini yaptı. GuêW’e döndüğünde iki hanımı arasındaki bir sıkıntıdan dolayı Güzlizar ‘ı boşadı.
- 1923-24 yıllarında emekli olmuştur. Emekli olup köye dönünce ticarete başladı.
- yakılma olayından 10 ay sonra Saibe ile evlendi. Soyunun devamını sağlayan kadın.
- Ölümünden 6 ay önce bir acı daha yaşadı En büyük oğlu Mehmet köyde yanarak öldü.
- Geriye iki oğul bıraktı Abdullah ve Ahmet. Öldüğünde Hanımı Saibe hamile idi 6 ay sonra kızı Zekiye(Derdiye) doğdu.
- 1936 yılında 12 Kanuni sani de 63 yaşında öldü.



++++++++++++++++++++++

Yusuf Ziya Döger

CELİL ÇAVUŞ
Feqi Ahmed’in erkek çocuğu olarak 5. veya 6. oğlu olan Abdulcelil 1872 yılında doğdu. Babası Guêw köyünden Molla Wusfo ailesine mensup olup aile Gort mezrasında yaşamaktaydı. Çünkü Feqi Ahmed’in babası Molla Abdulgafur ve onun babası olan Molla Hasan Gört mezrası Sugêzekon mezarlığında metfundurlar. Annesi ise Guêw köyünden Aslonon ailesine mensup Köse’nin kızı Besê idi.
Abdulcelil kardeşlerinin en küçüğü idi. 1878 yılında 6 yaşında iken babası vefat eder. Babasının vefatından sonra ne kadar olduğu bilinmese de annesinin evlendiği biliniyor. Ama kimle evlendiğini bilmiyoruz. Kardeşlerin en küçüğü olan Abdulcelil ve diğer kardeşleriyle birlikte Amca zadesi olan Molla Sait (TAŞÇI) tarafından büyütüldükleri biliniyor. O dönemde Molla Said amca Sağak mezrasında bulunuyordu.
Molla Said’in küçük Abdulcelil’i çok sevdiği ve kadınların onu ellerinin önünde kullanmasına izin vermediği kendisi tarafından aktarılmıştır.
Kardeşlerin en büyüğü olan Molla Hasan bugün Yenidal köyüne bağlı olan Gaçır denilen köyde imamlık yaptığını biliyoruz. Seferberlik döneminde kuzey batıya doğru gittiği ve kendisinden haber alınamamıştır. (daha sonraları yakın köylerden birisinin Sivas bçlgesinde onun çocuklarıyla karşılaştığı anlatılır.) Diğerleri hakkında bir bilgi edinilemedi. Ancak isimleri Mehmet, Ömer…
Seferberlik döneminde sağ kalan amcası FEQİ TAHİR’İN kızı Fatma’nın anlattığına göre Amca çocuklarından oluşan 12 aile birlikte yola çıktıklarını (ancak bunlardan sonuçta sağ kalan ve haber alınan tek kişi.) Babasının Mışmış denilen yerde vefat ettiğini daha sonra annesinin de vefat etiğini bildirir.
Amcazadelerinden Molla Said tarafından 12 yaşına kadar büyütüldü. Bu dönemde köyden Hesênon ailesine mensup Akrabası Faris amca ile beraber 1884 yılında Diyarbakır’a doğru bir kervan gittikleri ancak geceledikleri bir yerde Faris amca onun eşyalarını da alarak onu tek başına bırakmıştır. Kendisi olayı şöyle anlatır. “Gecelediğimiz bir yerde altımıza palto sererek yatmıştık uyandığımda paltonun kesildiği sadece bir kolun altımda olduğunu fark ettim”.
- Parasız ve kimsesiz kaldı, ilk önce su satarak biraz para kazandı. Bir kervanla yola çıktı anlatımına göre İzmir’e gitti.


++++++++++++++++++++++



Bilinmeyen Roboské Guéw - ll

   
- 04/01/2013 - 05:25   

Bingöl’ün Solhan ilçesi Bozkanat köyünün bugün bir mezrası olan Güéw 1925 tarihinde gerçekleşen Şeyh Said ayaklanmasına bölgenin verdiği destek nedeniyle daha sonra devlet tarafından, bölgenin cezalandırılıp, etkisizleştirilerek insansızlaştırılmasını amaçlayan Bicar Tenkil Hareketi çerçevesinde katliama uğramış köylerden sadece biridir.

Gerçekleştirilen harekât; Hani bölgesini, Lice’nin Kuzeyini, Kulp’un Batısını, Murat Nehri’nin Güney kısmını ve Palu’nun Doğusu'nu içine alan yerleşim alanlarını kapsamıştır. Guêw bu alanda gerçekleştirilen katliamların sadece bir köyü kapsayan halkasıdır.

Devlet, harekâtın resmi gerekçesi olarak, Şeyh Said ayaklanmasında faal olarak rol oynayıp bu süre zarfında yakalanamayan kişilerin söz konusu sınırlar içersinde saklandığı ve yöre halkının da bunları barındırarak beslediğine yönelik iddia olarak ortaya koyar. (Ömêre Faro, Yadoyı Dimbıllı, ve Eminê Mıko grupları buna delil gösterilir.)

Bölgedeki dağ ve mağaralara saklandığı iddia edilen yaklaşık 2000-2500 civarındaki kişinin temizlenmesi maksadıyla 7 Ekim 1927 tarihinde Elazığ’daki 8. Kolordu tarafından görevlendirilen Albay Mustafa Muğlalı (33 kurşun olayında Generaldir. İdama mahkûm edilir.) komutansında başlayan Bicar Tepeleme Harekâtı 17 Kasım 1927 tarihinde askeri birliklerin merkez üs olan Lice’ye dönmeleriyle sonuçlanır.

Guêw Katliamı, 13-22 Ekim arasındaki harekâtın ikinci aşamasında yer Seyfan, Ziktê, Arşik Dağı ve Arduşen’in batısındaki yerleşim yerlerinin ayaklanmacılardan arındırılmasını amaçlayan harekât sırasında gerçekleştirildi.  Bu bölgede ayaklanmacılara yataklık ettiği düşünülen 60 kadar köy yakıldı, en az 1500 kadar suçsuz köylü ya yakıldı veya öldürüldü.

Olayın tanık ve aktarıcılarının hepsinin söylediklerinde, katliamın gerçekleştirilme tarihini veren gün tam olarak belirlenememiştir. Ancak 13 ile 22 Ekim 1927 tarihleri arasında Genç ilçesinden aynı hat üzerinden Doğuya doğru olarak, Valêr’den başlanarak, Şemson, Gırnuês ve Solhan’a bağlı bir köy olan Guêw katliamları aşağı yukarı 48 saatlik süre içersinde peş peşe gerçekleştirilmiştir.

Guew Katliamı, 1927 yılının Ekim ayında toplam dört köyden 76 kadın ve çocuğun yakılarak, Guêw’den 11 erkeğin ise süngülenerek ve 1 erkeğin de köyde silahla vurularak öldürülmesinden müteşekkil, duygusal olarak trajedi ama hukuk ve insanlık tarihi açısından ise bir soykırımdır.

Şimdi bu olayı elimden geldiği kadarıyla ulaşabildiğim ve gördüğüm tanıklar ile tanıkların tanığı olan üst kuşağımdan çeşitli kişilerden derlediğim bilgiler ışığında açıklamaya çalışacağım. Temel amaç; katliama yönelik zihinler de sürekli olarak var olan acaba sorusunun gerçek cevabını ortaya koyup, kuşağımın ve gelecek kuşakların olayı daha net öğrenmesine ve anlamasına katkı sunup gerçeklerin belirlenmesidir.

Guêwliler suçsuz oldukları konusunda o gün kendilerinden o kadar emindiler ki köyü boşaltma ihtiyacı bile duymamışlardı. Ama ihtiyatı da elden bırakmayarak köyden Wısık Feqı’yi (Yusuf Döner) –ben kendisini gördüm- Gırnuês ve Genç bölgesine doğru gözetleme yapmak ve olup bitene yönelik bilgi toplamak amaçlı köyün üst kısmındaki hâkim bir noktaya göndermişlerdi.

Getirdiği bilgi ise şu idi, Genç’e (Köyün batısıdır) doğru birçok köyün yanmakta olduğu ve askeri birliklerin onda Gırnuês’i yakmakta olduklarıdır. Ancak 7 Ekimden itibaren Guêw’e daha önce iki sefer askeri müfreze gelmiş ayaklanmacılarla ve kaçaklarla ilgili bilgi sormuştu.

Guêwliler, ise özellikle Gırnuês firarilerinin (Kolos Ağa ve arkadaşları) daha önce köye geldiklerini ve köyde yaşananları olduğu gibi askerlere iletmişlerdi. Askerler de bunun sonucunda köylülere herhangi bir hakarette veya fiziki etkide bulunmadan köyden ayrılıp gittikleri için de bu durum köyde bir nevi suçsuz olduklarına ait güven duygusu oluşturmuştu.

Bu güven duygusu ile köydeki iki emekli askerın varlığı da dikkate alınarak, kadın, çocuk ve yaşlıların köyde kalmaları, ihtiyaten yetişkinlerin ve köyün ileri gelen şahsiyetlerinin ise köyden ayrılmaları şeklinde bir karar alındı.

Ancak bu durumdan haberdar olmayan sekiz köylü ise, köye ait bir ineğinin köyün batısında bulunan derin vadiye düşüp mahsur kalması sonucu onu kurtarmak için sabahın erken saatlerinde köyden ayrılmışlardı. (Bu grup yakalanır, süngülenen erkelerdir)

Bu çerçevede Molla Abdülkerim (Akçabey), Molla Abdulmecid (çiftçi) ile Kerim Feqi (Döner) ve küçük yaştaki oğlu Azizi (Molla Aziz Döner) –kendisini gördüm- de yanlarına alarak köyden ayrılıp Murat Nehri'nin karşı tarafında bulunan ve geçici yerleşim yeri olan Gört mezrasına giderler.

Yusuf Feqi (Döner) ile Hâcı Hasen (Çelik)- kendisini gördüm- Guêw ile Durnêı arasında yer alan Rınası denilen mevkiye gidip saklanırlar. Hacı Hamit Nar ve hanımı Zinê Yassy (Aral), Hacı Selim Hamid ve hanımı Dayâ Emêy (Doğulu) –dördünü de gördüm- ile Sayer’den Mahmut Êhm Res ve hanımı köyün doğusunda yer alan değirmende olduklarından köyden gelen silah seslerini duyunca değirmen bölgesinde saklanarak kurtulurlar.

Ayrıca Hacı Selim’in kızı Havva -kendisini gördüm- hasta olduğundan evde yatmakta imiş. Köylüler askerler tarafından toplatıldığında fark edilmemiş, evlerin yanışı sırasında uyanıp evin bir yangın nedeniyle yandığını düşünerek babasına haber vermek için değirmene gitmişti. Askerlerin köye gelişi sırasında köyde olup kurtulan üç kişiden biridir.

Katliamdan sağ kurtulan diğer köylüler ise o mevsimde hayvanlarıyla birlikte Murat nehrinin karşı tarafında bulunan Gört Mezrasında olmaları nedeniyle kurtulmuşlardır. Burası Meşe ağaçlarından oluşan ormanlık bir bölge olduğundan hayvanların kış yiyeceği açısından verimli bir yerdir.

Askeri Müfreze birliği, Şemsan Köyü'nden sonra Gırnuês Köyü'nü de yakarak Sayer Köyü'ne gelir ve burada karargâhını kurar. Bir manga asker Guêw Köyü'ne gönderilir. Diğer bir manga asker ise Seyfan mezrasına gönderilir

 Guêw’e gelen askerler köyün etrafını kuşatırlar, köyün içerisine inen bir grup asker kadın ve çocuklardan oluşan köylüleri sırayla evlerinden çıkartarak köy meydanında toplarlar.

Emekli askerlerden biri olan Celil Çavuş ise emekli olmuş ve köye gelip yerleşmiştir. Emekli olduktan sonra da ticaretle uğraşmaya başlamış ve köyde özellikle Diyarbakır’dan getirdiği tuhafiye ağırlıklı malların satıldığı bir dükkân açmıştı. Bu iki durumun verdiği güven onun kaçmaması için yeterli sebep idi. Dolayısıyla köyden ayrılmaya gerek duymamıştı.

Bir diğer emekli asker olan Mehmet Çavuş da askerlik görevini bir yıl kadar önce tamamlayıp köye gelip yerleşmiş ve o sırada kendisine köyde ev yaptırıyordu ki henüz evini bile tamamlayamamıştı. Bu durumun verdiği güven duygusundan dolayı o da köyden ayrılama ihtiyacı bile duymamış kişilerden biridir.

Guêw’li olmayan ama orda ikamet eden ayakkabıcı Husıg Leng’te işinden dolayı köyden ayrılmamıştır. Köyde sadece kadınlar, çocuklar, yaşlılar, Celil Çavuş, Mehmet Çavuş ve Husık Leng kalmıştır.

Askerlerden biri Mehmet Çavuş’u tanır ve "Sen aranıyorsun, kaç! Kurtul" senin fermanın verilmiş der. (İddia o kişinin daha önce Oğnut Köyünde onun emrinde askerlik yaptığıdır.)

Mehmet Çavuş cesareti ile bölgede ün yapmış bir kişidir. Durumun vahametini fark edince kimseye sezdirmeden köyü terk ederek daha önce köyün dışında sakladığı silahını almak için o bölgeye doğru harekete geçer.

Ancak silahına ulaşmadan köyü kuşatan askerler onun kaçtığını görürler, arkasına düşüp ateş açmaya başlarlar. Mehmet Çavuş bu sırada bacağından vurulur. Ama uzaklaşmaya devam eder. Peşine düşen askerler onu bugün mezarının tek başına bulunduğu noktada şehid ederler.

Köydeki askerler de tüm evleri ve barınakları yakarak kadınları, yaşlıları ve çocukları köyün ortasına toplarlar, Mahsur kalan ineği kurtarmaya giden sekiz köylü de köye gelirken köyün çevresini kuşatan askerler tarafından yakalanarak köye getirilir. Celil Çavuş ile onbir erkek, elleri arkadan bağlanarak köydeki yaşlılar, kadınlar ve çocuklarla birlikte Sayer Köyü'ne doğru yolla çıkarılırlar.

Anlatılanlardan anladığım kadarıyla yakalananlar köyden çıkarılıp Sayer’e götürülürken vakit artık güneş batımına yakındır. Çünkü katliam öncesi köyden çıkarılıp öldürülmeye götürülenlerden kurtulan Celil Çavuş dışındaki tek kişi olan Molla Abdulkerim’in kız kardeşi olan Hayriye şunu anlatır.

‘Bizi köyden erkeklerin ellerli bağlanmış bir şekilde çıkardılar. Sayer’e varmak üzereydik ayağıma diken battı onun çıkarmak için çöktüğümde karanlıktan dolayı o anda fark ettiğim arka –su kanalı- uzanıp saklanma fikri geldi aklıma. Öyle de yaptım ve beni fark eden de olmadı. Köylüler ve onların etraflarını saran askerler eşliğinde oradan uzaklaştıktan bir süre sonra köye doğru geri kaçtım…’

Bundan sonrası olaydan sağ kurtulan tek kişi olan dedem Celil Çavuş’un anlattıklarıdır.

‘Bizi Sayer’e kadar birlikte götürdüler ve orda erkekleri kadın, yaşlı ve çocuklardan ayırdılar. Seyfan Mezrasından da amca zadelerimin kadın ve çocuklarından oluşan on kişiyi Sayer’e getirmişlerdi. Gırnuês ve Sayer’den de yakalanabilenler orada tutulmaktaydılar.

Bizi kadın ve çocukların bulunduğu gruptan ayırdılar. Bunu görünce sahip olduğum askeri bilgiden de çıkardığım sonuçları dikkate aldım. O ana kadar öldürülmeyeceğimize olan umut ve inancımı yitirdim. Ve artık kesin bir şekilde öldürüleceğimize ilk kez orada kanaat getirdim ama kesinlikle kadın ve çocukların öldürüleceğine/yakılacağına ihtimal vermemiştim.

Bizi karargâhın kurulduğu noktaya götürdüler. Sıraya dizerek birbirimize bağladılar ve bir asker önden biri arkadan olmak üzere süngülemeye başladılar. Gerçi takdirimde yaşamak varmış ama ben askeri bilgimden de yararlanarak biraz erken davranarak ölmüş numarasına yattım. Buna rağmen vücudumun on üç yerinden süngülendim.

Herkesin öldüğüne kanaat getirilinceye kadar süngülemeye devam ettiler. Arkadaşlarımdan birisinin inlediğini fark etim. Komutan bir askere emir vererek başına büyük bir taşla vurulmasını emretti. Öyle de yapıldı. Sonra bizleri üst üste koyarak istiflediler. Üzerimizi de meşe yaprakları ile örterek bir süre sonra oradan uzaklaştılar.

Gecenin ilerleyen bir kısmına artık vardığımızı düşündüğüm ve uzun süreden beri de seslerden haber kesildiğinden cesetlerin arasından çıkarak bir şekilde oradan kaçmam gerektiğini düşünerek hareket ettim.  Oradan Murat nehrine doğru hareket ettim ve orman içersinde o anda Murat suyunun karşı tarafından gelmekte olanArif Êm (Ömeroğlu Arif ) karşılaştım. Bitkin bir haldeydim. Bana yardım ederek Seyfan’a doğru götürdü ve oradaki akrabalarım olan amcazadelerimin de yardımıyla sal ile Murat Nehri'nin karşı tarafına geçirdiler.  Ve Turna Tren İstasyonu'nun yukarısında bulunan Gört Mezrası komlarına götürdüler beni.

Durumu köylülere anlattım. Köylüler benim bakımımı kadınlara devrederek feryat figan içerisinde Murat Nehri'ni geçerek köyde olup biteni ve kadınların- çocukların akıbetini öğrenmek için köye gitmek üzere hareket ettiler.

Ancak ulaştıklarında köyün yakılmış virane haliyle karşılaşırlar. Ancak önemli olan kadın ve çocukların ne olduğudur onlar için.

Kadın ve çocuklarla ilgili yakılma anına ilişkin bilgiler askerlerle birlikte olan o günkü koruculardan olsa gerek ve Valer’li olduğu ileri sürülen ……. Adila’nın oğlunun anlattıklarıdır.

Kadın ve çocukları bir eve doldurdular önce ben gece hapis tutulmaları ve kaçmamaları için bir emniyet tedbiri olarak düşündüm. Ancak çevreden kuru ot getirerek (Kışlık hayvan yemi olarak biçilir köyde yeteri kadar vardı.) ve yanlarında bulunan benzini eve dökmeye başlayınca kadınların çığlıkları yükselmeye başladı.

Kadınların hepsi kendisinden daha çok çocuklarını kurtarma derdine düştü. Bir kadın komutanı istedi ve şunu söyledi. Ben köyde öldürdüğünüz Mehmet Çavuş’un hanımıyım ricam bu oğlumu yakmayın size üstümdeki tüm altınlarımı vereyim. Kocamın nesebi bari bu çocukla devam etmiş olur dedi.

Pazarlık komutan tarafından kabul edildi ama yangın harlanınca o çocuğu da tekrar ateşin içine attılar.

Kadın ve çocukların aramasına Köyde saklananlar, kurtulan Hayriye, Celil Çavuş ve Sayer’de saklanarak kurtulan kadının verdiği bilgiler doğrultusunda tüm ev ve ahırları yanmış Sayer evlerinden hangisine doldurularak yakıldıkları belirlenmeye çalışıldı.

Ancak iki gün hiçbir ize rastlanmadı.Hus Hez (Hezenin oğlu Hüseyin) yanan evinin enkazında yanmamış yiyecek ve buğday bulma ümidiyle toprağı eşelerken cesetlerle karşılaşır. Haber verir herkes toplanır. Öncelikli görüş herkesin kendi yakını alıp mezarlığına götürüp gömmesi şeklindedir. Ancak biraz toprak ayıklanınca bunun mümkün olmadığı fark edilir.

Cenazelerin orada olduğu gibi kalmalarına köylülerin ortak kararı çerçevesinde karar kılınır. Ev sahibine evin bedeli ödenmek istenir ama hiçbir bedel talep etmeden ;"Ben evimi bu şehitlere hibe ediyorum ve hiçbir ücret de talep etmiyorum" der.

Burası o günden beri bölgedeki herkes tarafından “xırbê hotayşeş şehido” (76 şehidin yeri) olarak bilinir.

Süngülenenler:

1-Husıq Leng . Tüm ailesi yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

2-Mêhmed Emin (Akçabey),Molla Abdulkerim’in kardeşi. O gün Gört mezrasından annesinin peşine düşerek köye gelmiş ve yaklaşık oniki yaşındadır.

3-Dorıêş Bez(Kaynak), Tüm ailesi yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

4-Hamid Sad Mıhmeyd Hêsen(Kaynak), Tüm ailesi yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

5-Mahmud Ahmed Bêız(Kaynak), Kurtulan kadın Hayriye’nin Kocasıdır. Çocukları yoktur.

6-Selim Feqi Ali (Aral), Tüm ailesi yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

7-Karbalık (Aral), Köy muhtarıdır. Dolayısıyla köyden ayrılmamıştır. Tüm ailesi yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

8-Feq Mêhmeyd Mahmud Heseyn (Döner) Kerim, Yusuf ve Arif Döner’lerin babalarıdır.

9-Feqi Talip Mom (Çelik) Sad’ın kardeşi hanımı ve çocuğu yakılmıştır. Sulbünden kimse kalmamıştır.

10-Sad Mom (Sadullah Çelik) Saklanarak kurtulan Hacı Hasan’ın babasıdır. Çeliklerin dedesi

11-Doriş Feqi Ali (Aral) ismi konusunda ihtilaflı rivayetlere rastladım. Tüm ailesi yakılmıştır.

Sulbünden kimse kalmamıştır.

Yakılanlar:

GUEV KÖYÜNDEN OLANLAR:

Arallardan;Derdiye Aral, Mehmet Çavuş’un hanımı olup ve üç çocuğu ile birlikteydi. Çocuklardan birisinin adı Ahmet, diğer iki çocuğun isimlerini tespit edemedim.

Dögerlerden;Hanife Döger, Celil çavuş’un hanımı olup dört çocuğuyla birlikteydi. Çocukları; Abdullah, Selahaddin, Mehmet ve kız kardeşleri Zekiye

Karagözlerden;Hamşê (Karagözlerin nenesidir.) ve Bacısı. Hamşe’nın yanında o bir torunu olduğunu iddia edenler var ama doğrulatamadım.

Akçabeylerden:Naziye Akçabay (Molla Abdulkerim’in hanımıdır)

Çeliklerden:Heziê Çelik, Sad Mom’un hanımıdır ile Abdullah isminde bir oğlu, Fatima Çelik ve iki çocuğu süngülenerek öldürülen Feqi Talibin hanımıdır.

Dönerlerden;Fatime Döner, Seyfan’dan getirilenlerin halası olup, Feqi Mehmêyd Mahmut Hesêyn’in hanımıdır.

İsimleri tespit edilemeyenler: 36 kişidir. Bu kişler genellikle ailesinden geriye kimse kalmadığı ve ilk kuşak tarafından da kayıt altına alınmadıkları için bugün isimlerini öğrenmek pek mümkün olamamıştır. İşte bu bir suç ortaklığıdır.

SEYFAN KÖYÜNDEN OLANLAR:11

Çetinlerden;ÂmineÇetin (Osman’ın hanımıdır) ile iki kızı Hayriye, Fariâ ve oğlu Tahir. DerdiyeÇetin (Osman’ın kız kardeşidir), Fatime (Hacı Ali’nın hanımı olup Osman’ın annesidir.) Fatime’nin önceki kocasından olan kızı Kudret ve onun üç çocuğu (isimleri öğrenilemedi başka bir köyde evli olup annesine misafirliğe gelmiştir.) Bu kişiler de diğer köylüler gibi, önce köyden ayrılarak kaçmak için bir süre yürürler. Ancak Âmine hamile olduğundan gidemeyeceğini anlarlar ve eve geri dönerler.  Hatta suçları olmadığı ve kaçmalarına da gerek olmadığınıdüşünürler. Henüz Doğmamış çocukla birlikte 11 kişidir.

GÖRNUÊS KÖYÜNDEN OLANLAR:4

Ömer,Wısık heci nın oğlu olup Ağa Kolos ağanın torunudur.( 8-9 yaşlarında),  NuriyeAydın ve iki oğlu Abdullah ve mehmet

SAYER KÖYÜNDEN OLANLAR:5

Köyden önce ayrıldığı halde sonra neden köye geri döndüğünü tam olarak öğrenemediğim bir kadının iki çocuğu; Muhammed ( 5-6 yaşlarında), Zeriye ( Muhammed’in kız kardeşi 3-4 yaşlarında) Kadın saklanarak kurtulur. Ayrıca Mahmut Res’in kızı Refika ve iki çocuğuKamil ile Ali

 XALLONKÖYÜNDEN OLANLAR:3 Bir kadın ve iki çocuğu


+++++++++++++++++++++






Bilinmeyen Roboské Guéw...

   
- 29/12/2012 - 18:09   


BİLİNMEYEN ROBOSKÊ GUÊW…

Dünyanın gözü önünde meydana gelen bir bombardımanla katledilen insanları kıskanacağım hiçbir zaman aklımın ucundan geçmezdi. Ama Roboské’de bombalanarak katledilen insanları kıskandığımı, hatta onlara imrendiğimi itiraf etmeliyim.

Elbette katledilen insanları kıskandığını dile getiren kişi için ortada akla ziyan bir durum var gibi gelebilir insana. Ama sosyal, yazılı ve görsel medyaya bakınca, benim açımdan bu kıskançlığı da yaşamamak mümkün değil hani.

Roboskêliler’i ve şehitlerini kıskandım ve onlara imrendim. Kendileriyle kan bağına sahip olduğum köyümün, 1927 yılının sonbaharında, o günkü Cumhuriyet Yönetimi tarafından yakılarak şehit edilen 87 şehidimin adına…

Bu olayda 4 çocuğunu ve hanımını kurban veren kendisi de süngülenerek öldü diye bırakılan bir insanın tüm fiziki ve ruhsal yaralarına rağmen yaşama yeniden tutunup kendisini var kılarak o günün dünyasını ve bizleri de bir nebze olsun olaydan haberdar kılan Celil Çavuş’un torunu olmak elbette Roboskêliler’i kıskanmama sebep olacaktır.

Roboské’de olup bitenleri canlı yayında izler gibi haberdar olan dünyanın, gözünün içine bakarak Hüseyin Çelik, 34 canın katli için; "hata olmuştur”. Bülent Arınç, hırpalanan kaymakam için "bu bir vahşettir." Başbakan Erdoğan, "Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine, bu konudaki hassasiyeti nedeniyle medyaya rağmen teşekkür ediyorum." demişti.

Olayın gerçek müsebbipleri için susmayı tercih ederek, katliama uğrayanların yakınlarına ise gözdağı vermekte bir beis görmeyen devlet denilen aygıt acaba kimsenin görmediği ve bilmediği Guêw katliamı için ne demişti o dönemde…

Zinhar yalan dediğini duyar gibiyim “Şâkilere gerekli ders verilmiştir.”

Ama o günkü Guêw katliamını, bugün insanlığın onur duyarak devlete suçunu hatırlatmak için akın ettiği Roboské’den haykırdığı gibi, Guêw’den haykırabilecek onurlu insanların haberdar olma şansı yoktu. Olsaydı da…

Zaten dönemin sisli havası içersinde herkes kendi derdine düşmüşken Guêw ve çevresindeki mezralardan toplanan 76 kadın ve çocuğu Sayer’de bir eve doldurarak yakmak ve köyde eli silah tutabilen 12 erkeği de birbirine bağlayıp süngüleyerek öldürmek çok basit ve sıradan bir işti katliamcılar için.

Kimse devlete hesap sormadı. Soramazdı da…

Olur ya, biri buna kalkışırsa cezası çoktan kesilmişti bile “hemen kellesi vurula” hainin şeklinde yaftalanarak öldürülmesi gibi…

İşte böyle bir ortamda katliama uğrayıp dünya yaşamları sonlandırılan bu insanlarla kan bağına sahip olduğum için Roboskêliler’i kıskanıyor ve onlara imreniyorum.

Dünya onlar üzerinden devlet denilen aygıtı tanıma imkânı buldu. Ama Guêw şehitleri böyle bir şansa hiçbir zaman sahip olamadı. Bırakın dünyayı, o bölgede doğup büyüyen yaşıtlarım bile o katliamdan bihaber kalarak yetiştiler/yetiştirildiler.

Nasıl kıskanmam Roboskê şehitlerini…

    Guêw katliamında şehit olanların her birisine ait olan belirgin bir mezarları hiçbir zaman olmadığı…
    O gün onların kefenlenip defnedecek halleri ve kimseleri kalmadığı için, kalanların ise korkudan oraya yanaşamadığı…
    Cellâtlarıyla Guêwliler gibi en az 12 saat yüz yüze kalıp onların, gözlerinin içine bakarak öldürüleceklerini bilmedikleri…
    Henüz ismi bile konulmamış çocukların mezarları başında o gün kimse ağlayıp, onlara ağıt yakamadığı için…
    Onlar için Roboskê’de olduğu gibi Sayer yoklaması yapma koşul ve imkânına sahip olmadığım…
    En önemlisi de yıllardır okuyup yazabildiğim halde iliklerime kadar işleyen korkularımdan dolayı dünyaya onlardan bahsetmediğim için…

  Evet, Guêw katliamın bir suç ortağı da benim;

    1927 sonbaharında askerler tarafından gerçekleştirilen Guêw Katliamından bahsetmediğim ve dünyayı bundan haberdar etmediğim için…
    Katliamdan yaralı olarak kurtulan dedemin, sonradan evlendiği hanımı olan ninemi görüp ondan defalarca olayı dinlediğim halde kimseye ve dünyaya bu katliamdan bahsetmediğim…
    Katliama uğrayan kadın ve çocukların yakıldıkları evde olaydan iki üç gün sonra evinin enkazında, olur ya yanmamış buğday bulma umuduyla eşeleyen ev sahibinin fark etmesiyle katledilenlerin sadece üzerleri toprakla örtülerek defnedildikleri yerin çevre düzenlenmesini korkudan dolayı iki yıl öncesine kadar yapmadığımız için…
    “Katliamla ilgili benden önceki kuşaklara, katliamı sorduğumda tekrar yakılmamızı mı istiyorsun?” şeklindeki ifade ve serzenişlerini dikkate alıp korkumdan dolayı kimseye konuyu açmadığım…
    1930‘da yaşanan Gêlê Zilan,  1938’de yaşanan Dersim, 1943’te malum kişinin yaşattığı 33 kurşun katliamında olduğu gibi, yaşananları onların yakınları dünya kamuoyuna yansıtılırken ben,  yakınlarımın ve çevresindeki köylerin uğradıkları katliamları, onurlu insanların ve dünyanın gündemine getiremediğim için.
    Ve bu katliamı gerçekleştirenleri toplum vicdanın da hak ettikleri ceza ile mahkûm edemediğim için…

Evet, o gün Guêwliler suçsuz oldukları konusunda kendilerinden o kadar emindiler ki, köyü basan askerlerin gelişinden hiçbir sıkıntı yaşamamış ve köyü terk etmemişlerdi. Çünkü onların bir suçları da yoktu.

Guêw, yüksek rakımı ve geniş arazisi nedeniyle mukimlerine özgür bir yaşam olanağı sunan Solhan’ın karşı yamaçları olan Güneydoğu Toroslar’ın kuzey yamacında yer alır.

Bölgesinde yüzyıllardır sürdürdüğü medrese eğitimi, ona üniversite köyü olma niteliği kazandırmış ve herkesin rahatlıkla uğrayabileceği bir yer haline getirmişti. Bu nedenle bölgede oluşabilecek her türlü anlaşmazlıkların rahatlıkla çözüldüğü gelenekten gelen bir köydü de aynı zamanda…

Ve köyde emekli iki Osmanlı subayının olması da, zaten Guêwliler için yeterli bir teminattı. Dolayısıyla askerden kaçmanın da bir mantığı yoktu onlara göre.

Ama onlar nereden bilebilirlerdi ki… Zaten suçluydular devlet nezdinde. Kürt olmak ve Şeyh Said kıyamına destek verdiği düşünülen bir köy olmak, 1927 yılında suçlu olmak için yeter de artar bir sebepti devlet için.

Oysa devlet, köye gönderdiği askeri birliğe öncelikle ortadan kaldırılması gerekenlerin başında Mehmet Çavuş ve Celil Çavuş olduğunun emrini vermişti. Bu infaz emri köyde Mehmet Çavuş için gerçekleştirildi.

Celil Çavuş ise süngülenerek şehit edilen 11 arkadaşı ve Sayer’de bir eve doldurup yakılarak katliama uğrayan 76 kadın ve çocukla birlikte yola çıkarıldı. Sayer, Guêw’ın hemen batısında yer olan ve Şeyh Said kıyamında görev üstlenen Gırnos’a bağlı bir mezradır.

Takdir bu ya, dedem oradan yaralı kurtulduğu için, ben varım bugün…

Köyümde, benden büyük kuşaklar hep şu kaygıyı yaşadı “tekrar yakılıp öldürülmek” ve şimdilerde o kuşaktan kalanlar 80 yaşına geldiği halde hala aynı kaygıyla bize “sakın bu olayı konuşmayın, yoksa yine aynı akıbeti yaşarsınız”…

İşte bu nedenle yakın çevre köyler hariç kimse şu ana kadar bu katliamı bilme ve öğrenme imkânına sahip olamadı.

Şimdi ben hatırlatıyorum dünyanın bütün onurlu insanlarına…

Acaba devletin gizli sicilinde daha kaç tane Roboskê ve Guêw var…



 NOT: Bingöl İli Solhan İlçesi Bozkanat Köyü Topluca Mezrası olan Guêw katliamı ilk kez basında “Doğru Haber Gazetesi” tarafından yerinde araştırma yapılarak gündeme getirilmiştir. “Tanıkların Anlatımıyla 1927 Guêw Katliamı” ve “Süngülenerek Öldürülen 11Erkek”

***************************



GÜNÜN HABERLERİ
Tanıkların Dilinden Yakın Tarih - 2
Yazı dizimizde geçen hafta anlattığımız Şemsan (Yağızca) Köyünün bir kaç km uzağında bulunan sınır komşusu bir köy Görnoz Köyü. İki tepenin arasında kurulmuş, yeşilliği ve kaynak suları bol olan güzel bir köy. Yakın tarihte Şemsan Köyü gibi şiddetle sindirilen bir halkı barındırıyor…
25 Temmuz 2011 Pazartesi 16:47:00

Mehmet Baran / Doğruhaber

GÖRNOZ (KEPÇELİ) KÖYÜ
Yaşlıların gözlerinde hâlâ o korkunç katliamların izlerini bulabilmekteyiz. Yaşlı ve orta yaşlı insanlarına oranla gençlerde bir umut ve yakın tarihte baba-dedelerine yapılanları daha bir serbest anlatma azminin olduğunu müşahede ettik. Ancak büyükleri onlara ya başlarına gelenleri anlatmaktan çekinmişler ya da gençler çok fazla merak edip de birinci derecede kendi tarihleri olan bu zamanın kara sayfası üzerinde kafa yormamışlar ki; bu konuda çok fazla bilgilerinin olmadığını fark ettik.

Görnoz Köyü Şeyh Said Efendinin kıyamına tam destek verdiği köylerden bir köydür. Özellikle Şeyh Said Efendinin şehadetinden sonra yıllarca dağlarda gerilla savaşı veren ağaların köyü olarak bilinir. Efendinin asılmasından sonra on yıla yakın bir mücadele sürecini başlatıp sürdürenlerin kimi öncüleri bu köyden çıkmıştır. Hacı Mustafa ve abisi Hacı Selim ( Kolos Ağa ) gibi. Başındaki fesini bırakmamakla ünlenen Hacı Selim, Kolos Ağa ismiyle müsemma olmuştur.

BAŞI KESİĞİN MEZARINDAYIZ

Köyün ortasında bulunan mezara yaklaşıyoruz. Mezar taşında “Hurşat oğlu Selim AŞÇİOĞLU Ö. 1934” diye yazılı. Gerilla mücadelesini sürdüren ve 1934 yılında “Derê Sotek” çatışması diye bilinen çatışmada can veren bu köyden bir mücadelecinin kabri. Burada başsız yatıyor. Askerler o dönemde mücadele edenleri etkisiz hale getirince, halkın gözünü korkutmak ve sindirmek için, başlarını kesip beraberlerinde götürüyorlar. Her bir kellenin kulağından delerek tespih taneleri gibi ipe geçirip Çabakçur’da, merkezi yerlerde günlerce asılı bırakarak teşhir ediyorlar. Kokular çevreye rahatsızlık verince de verilen emirle birkaç nefer, kelleleri toplayarak şehir dışında, bir çukurda benzin dökmek suretiyle yakıyorlar. İşte bu mezar taşında ismi yazılı mücadeleci kişinin de sadece başsız cesedi burada gömülmüştür. Başı ise kim bilir bu toprakların hangi çukurunda benzin dökülerek yakılmıştır.


Köyde yakın tarihin hakikatlerini öğrendikçe bu başı kesiğin mezarına, ismi bilinir kendi köyünde bir dikili taşı var; diye şükretmek geliyor insanın içinden. Kim bilir arkadaşları hangi dağ başında öldürülüp, hangi çukura doldurularak toplu gömülmüş veya diri diri yakılarak cesetleri küle dönüştürülmüştür…


Bu köydeki ağalardan mücadeleyi sürdürme adına yakın akrabalarıyla silahlarının ortalarından tutup dağlara çıkanların başında Hacı Selim (Kolos Ağa) ile kardeşi Hacı Mustafa’nın geldiğini söylemiştik. Biz burada bu konuların ayrıntılarına girmeyeceğiz. İnşallah bu konular çok daha ayrıntılı işlenip yeni nesil için ecdatlarının tarihi olarak sunulacaktır. Bu yazı dizimizde daha çok çoluk-çocuk demeden yapılan toplu katliamlar üzerinde duracağız.
Başı kesiklerden bir başkasının torununa ulaşabildik. Bildikleri bazı şeyler vardı. Ancak yapılan bu kan dondurucu katliamların birinci derecede mağduru olmasına rağmen konuşmaktan çekindi. Bu tarihin kara sayfasına bir karanlık perdeyi de kendisi çekmiş oldu. Fazla ısrar etmedik. Nasıl olsa konuşacak çok insan vardı.

İSİMLERİ UNUTULMUŞ KATLEDİLEN ÜÇ BAYAN

Görnoz Köyünün orta yerinde bir evin yan tarafında çalı-çırpı ile muhafaza altına alınmak istenmiş 4-5 metrekarelik bir yer bize gösterildi. Askerler dört taraftan köyleri baskına uğratıp insan avcılığına çıkarken üç tane masum bayan emsalleri gibi dağlara kaçamamış veya kaçma yolundayken yakalanıp Görnoz Köyüne getirilmiş. Bu bayanları, komşu Şemsan Köyü Bor mezrasından alıp buraya getirmişler. Bu bayanların bir tanesinin de hamile olduğunu öğreniyoruz. Bunca km yol getirilirken, yolda insafsız askerlerin elinde ne dramatik sahneler yaşanmış, onu ancak Allah bilir ve bu çalı-çırpının altında hatıraları bir derece korunmak istenen, ağızları soğuk, dilleri dönmez, bizim âlemden uzak, hakikat âleminde şikâyette bulunmuş bu üç bayan bilebilir.

Daha sonra üç kadından birinin isminin Kevü olduğunu öğrendik. Çok çaba sarf etmemize rağmen diğer iki bayanın ismini öğrenemedik ve onların bu koca köyün içinde bir dikili taşları olmadığını isimlerin de unutulup gittiğini ibretle müşahede etmiş olduk. ( İsimlerini bilen bize ulaştırırsa hayırlı bir çalışma için katkıda bulunmuş olur.) Demek ki, böyle giderse, bir nesil sonra “Bu çalı-çırpı burada ne diye duruyor” deyip acı tarihini bilmeyen gençler tarafından alınıp buradan atılacak gibi görünüyor. Böylece bu dramatik olayın da son hatıratı ortadan kalkmış olacak. Sonradan gelecek olan idareciler de bu kirli geçmişten somut delillerin ortadan kaldırılmış olmasıyla derin ve rahat bir nefes almış olacak… Temennimiz duyarlı bir insanımız veya o bayanların akrabaları kabirlerine sahip çıkar ve isimlerini bir levha üzerine yazıp olayı anlatarak, yakın tarihin karanlık sayfalarına bir vesika oluşturup ışık tutmasıdır.

Askerler bu üç kadını aralarına alarak, bir saman torbası gibi, bir bana bir sana, süngüleye süngüleye feryadı figan içinde oracıkta öldürüyorlar. O zaman o acı verici manzaraya şahit olan hâkim-i mutlak şimdi hesabını sormuştur.
Bu bayanların öldürüldüğü yerde Görnoz Köyünden öldürülenler yoktur. Çünkü daha asker ismi duyulur duyulmaz bütün köy halkı çoluk-çocuk köyü terk edip dağlara kaçarak canlarını kurtarmaya çalışırlar, Şemsan’da olduğu gibi kimi bayanlar kundaktaki bebeğini geride bırakma pahasına dahi olsa. Zaten asker bu üç kadını, bu köydekilerle birleştirip bir yerde öldürmek için bunca yol getirmiştir. Köyde kimseyi bulamayınca üçünü köyün ortasında süngülerle öldürüp, evleri yağmalayarak insan avlamaya devam etmişler.

BU KIYIMDA SUÇLU SUÇSUZ, KADIN ÇOCUK AYIRIMI YAPILMADI

Görnoz Köyünün, yanı başındaki Şemsan Köyünden en büyük avantajı belki de bu köyün ağalarının kıyama destek verip, Şeyh Said Efendinin şahadetinden sonra da mücadeleye devam etmeleri durumudur. Böylece sistemle kavgalı oldukları için asker kokusunu alır almaz, çoluk çocuk dağlara kaçıp gizlenmekten geç kalmamaları, canlarını kurtarmalarına yardımcı olmuştur. Daha fazla katliamdan geçen köyler ise genelde “Biz devlete bir şey yapmadık, onlara zararımız dokunmadığı için onlar da bize zarar vermezler herhalde” ya da “kadın çocuklara ilişmezler” deyip köyden ayrılmayanlar olmuşlardır. Oysa asker suçlu arama derdinde değildi. Devlete karşı masum çocuklar ve hamile kadınlar ve hatta hamile kadınların karnındaki çocuk nasıl bir suç işleyebilir ki vahşiyane bir şekilde, yakılarak öldürüldüler. Bu topyekûn bir soykırım hareketinden başka bir şey değildi zaten. Tek bir insan geride bırakılmayacaktı, ancak bu bölgenin coğrafik yapısı, dağları, vadileri, ormanları bu insanlara sığınak oldu…

RUS SAVAŞININ GAZİLERİNE YAPILANLAR

Abdullah Öğüt dedesi Hüseyin’den defalarca duyduğu, o zaman köylerinde olan olaylardan birini şöyle anlatır:
“Dedem genç yaşlarından itibaren Muş ilinin Derik Köyünde ikamet etmiştir. Bu köyün tanınan saygın ve dindar bir ağası olan Ali Ağanın çocukları da o dönemde birçokları gibi askerlerden canlarını kurtarmak için mahkûm olmuşlar. Bir gün asker köye baskın düzenleyerek Ali Ağadan çocuklarını getirip kendilerine teslim etmesini isterler. Ali Ağa “devletin eli uzundur çocuklarım dağlardadır gidip yakalasınlar ben nasıl onları size getirebilirim” deyince rütbeli asker hakaret ederek yanı başındaki iki askere “süngü tak” emrini verir. Köylülerin gözleri önünde iki asker yaşlı adamı aralarına alarak cansız, yere devrilinceye kadar süngülerler. Ali Ağanın şahadet parmağı havada can verinceye kadar kelimeyi tevhidi tekrar etmeye devam eder. Bu durum komutanı çileden çıkarır. Yere düşmüş Ali Ağanın şahadet parmağı hala havada. Komutan dinine sövüp parmağını, potiniyle ezmeye çalışarak: “öldü ama hala parmağı havada” diye yanındaki askerlere emreder: “cesedini şu yıkık duvarın dibine çekin ve duvarı üzerine yıkın” der. Dehşetle olanları seyreden çaresiz köylülere dönerek tehdit eder; kimse onu gömmeyecek bu yıkık duvarın altında çürüyecek diye. Sonra gizliden cesedi gömenlerin izini muhbirlerin ihbarıyla sürdürecektir sistemin komutanı. Kendi halkıyla kahramanca (!) bir mücadele vermektedir. Bu bölgelere kadar gelen Rus askerlerine karşı direnen Ali Ağalara mükâfatları dağıtılıyor sistem tarafından zalim komutanları eliyle… Rus savaşının gönüllü savaşanlarına, her biri birer destan yazmış gazilerine reva gördükleri muameleye bakın. Daha bu savaşın yorgunluğunu üzerlerinde taşıyan, burunları barut kokan Ali Ağalara yapılan zulümlere bakın. İbret verici yakın tarihimizin gerçekleridir bunlar."


Bir sonraki yazı dizimizde Sayer Köyündeki korkunç katliamdan bahsedeceğiz. Bu köyde, çevre köylerden topladıkları kadın-çocuk tam yetmiş altı kişinin nasıl bir eve doldurulup ateşe verildiğinin dramatik sahnelerini işleyeceğiz. Kadınların, çocukları için yalvarma sahneleri, küçük çocukların ateşten kaçmak için can havliyle dışarı fırlamaları akabinde bir saman kütüğü gibi ateşin içine süngü başlarında bir daha nasıl atıldıklarını, canlı şahitlerin dilinden aktarmaya çalışacağız inşaallah.

++++++++++++++++++


 Anasayfaya Dön Yazı Dizisi
Yazı Boyutu : 12 14 16
Tanıkların Dilinden Yakın Tarih - 3
Geçen iki yazı dizimizde Şemsan Köyündeki katliamlara değinmiş, Görnoz Köyünün de ağalarının Şeyh Said Efendiden sonra on yıllık bir gerilla mücadelesinin öncülüğünü yaptığını işlemiştik.
Eklenme : 02 Ağustos 2011 Salı 14:44:00


Mehmet Baran / Doğruhaber

Geçen iki yazı dizimizde Şemsan Köyündeki katliamlara değinmiş, Görnoz Köyünün de ağalarının Şeyh Said Efendiden sonra on yıllık bir gerilla mücadelesinin öncülüğünü yaptığını işlemiştik. Şemsan Köyünde insanları diri, diri yakma hadiseleriyle karşılaşmıştık. Bu yazı dizimizde kadın çocukları yakma hadisesi Şemsan Köyünde olan yakma olayını gülgede bırakacak türden. Şimdi bu katliama doğru gelişen gelişmelere hep birlikte bakalım.

TANIKLARIN DİLİNDEN YAKIN TARİHİN KARANLIK SAYFALARI - 3 GUEV ( TOPLUCA ) KÖYÜ

Guev köyünde durum böyle değildi. Köy halkının çoğunluğu daha köyden ayrılmamıştı.  Onların umut bağladığı bir şey vardı ki; köylüleri olan Mehmet çavuşun askeriyeden emekli olmuş ve köye yerleşmiş olmasıydı. Askerler mesai arkadaşlarıydı ve bu kuruma çok uzun bir hizmeti olmuştu. “O aramızdayken bize zarar vermezler” düşüncesi birçok köylüyü köyde bırakmıştı. Mehmet Çavuş da bu özverili hizmetine güvenerek “Ben burada olduğum sürece kimse size dokunamaz” diye Guevlilere güvence vermişti. Kendi buna inandığı için de, eşi ve çocuklarını da köyde tutmuş, ayrılmalarına müsaade etmemişti. “Böyle uzun bir hizmetin bu kadar bir değeri olur herhalde” diye düşünmüştü Mehmet Çavuş. Başka köylere yapılanları duyan kimi köylüler ihtiyatı elden bırakmamış erken ayrılıp gitmişti. İkilem içinde kalanlar için de artık zaman çok geçti. Ya çocuklarını geride bırakıp kendi başlarını kurtarmaya bakacaklardı. Ya da çocuklarıyla birlikte kalıp bu duruma umut bağlayacaklardı.

Askerler köyü sarınca kısa bir zaman diliminde köyde olanları bir araya toplamıştı. Mehmet Çavuş daha komutanları nezdinde girişimde bulunacakken bir asker yaklaştı: “Komutanım bir kaçış yolunu bulabilirsen kaç. Vallahi senin ölüm emrini bu kulaklarımla duydum ve seni bu köy ortasında vuracaklar” diye eski komutanına vefa borcunu ödemeye çalıştı. Mehmet Çavuş durumun vahametini anlamıştı. Çaktırmadan silahını almaya ve kaçmaya yöneldi ama beyhude, asker göz açtırmıyordu. Kaçmaya çalışan Mehmet Çavuş oracıkta köylülerin gözleri önünde ve hanım- çocukları ordayken öldürüldü. Bu erken infaz hadisesi bütün köylülerde yaşam umudunu bir anda alıp götürdü. Diğer insanlar gibi dağlara kaçmadıklarına pişman oldular ama bu pişmanlığın hiçbir faydası yoktu. Onlara umut veren Mehmet Çavuş en önce vurulmuştu. Artık simalarda korkunç bir ölüm sessizliği mevcuttu. Analar ağlaşan yavrularına anlamsızca bir teselli vermeye çalışıyorlardı. Kendilerinin de inanmadığı beyhude ve ölüm kadar soğuk yalancı bir teselli…

Askerler bu köyde yakaladıkları kadın çocuk ve birkaç yetişkin erkeği önlerine katarak, bir kabalık ve insan haysiyetini rencide edici tavırla Sayer Köyüne doğru sürdü. Aile reisleri topluca ölüme sürüklenmeyi elleri arkadan bağlı ve çaresiz çocuklarını seyrederek ilerliyorlardı, çoluk çocukları önde…  Guev ile Sayer Köyü arası düz bir hesapla, kuş bakışı olarak 3-4 km denilebilir. Guevliler yoldan Sayer’e doğru getirilirken anneler çocuklarının minik ellerinden tutmuş iyice kavrayarak ilerliyorlardı. Etrafta askerler, topluluğu kordona almış, hızlı bir şekilde yürütüyordu. Nihayet Sayer Köyüne varılmış ve tutsaklar hakkında daha önce kesinleşmiş karar uygulamaya konulacaktı.

SAYER KÖY HALKI ERKEN DAVRANMIŞTI

Sayer Köyü sakinleri daha önce köyü boşaltmış dağlara çıkmışlardı. Geri kalan bir bayan iki çocuğu ve bir yetişkin erkek, belki de sonradan bir ihtiyaçlarını almak için köye geri gelmişlerdi, acele ediyorlardı. Her an asker gelebilirdi. Nihayet köyden ayrılmışlardı. Kadının iki çocuğu biri beş yaşlarında diğeri üç yaşlarında, annelerini geride bırakmış, güle oynaya yolda ilerliyorlardı. Analarıyla aralarına mesafe girmişti. Sayer’in kuzeyinde ufacık tepeyi aşmışlardı bu küçük çocuklar. Anneleri henüz tepeye varmıştı ki, karşıdan gelen askerler bir sürü kadın çocuk önlerine katmış Sayer’e doğru ilerlediklerini gördü. Çömelerek geri geldi. Ama çocuklar! Onlar askerlerce fark edilmişti zaten, onları almak imkânsızdı. Kadın, çocuklarını geri bırakıp kaçtı. Köy civarında saklanılacak çok fazla bir yer de yoktu. Köyün aşağısında bulunan çukurumsu yere o erkekle birlikte çömeldiler umutsuzca. Askerler o iki küçük çocuğu da yanındakilere katmış halde tepeden gözüktüler. Bayan çömeldiği yerde iki çocuğunun götürüldüğünü gözlüyor ama ortaya çıkamıyordu. Askerler önlerine kattıkları kadın çocukları Sayer Köyüne ulaştırdılar. İçlerindeki yetişkin erkekleri ise köyün kuzey batısında tepebaşında kurulan ve köyden yaklaşık beş yüz metre mesafede bulunan asker karargâhına götürmüşlerdi.

FARKLI KÖYLERDEN İNSANLAR BİR ARAYA TOPLANDI

Değişik köylere yayılan askerler bekleniyordu. Herkes bulduklarını bu köye, Sayer’e getirecekti. Sayer’in yine kuzey-batısına düşen Seyfan köyü Sayere oranla bir yamaçta kurulmuştu ve Sayer’den beş-altı km. uzakta bulunuyordu. Oradan dokuz on kişi bulunmuş ve çoğunluğu kadın –çocuklardan oluşan bu grup da Sayer’e doğru yola koyulmuştu. Askerler yakaladıklarını Sayer’e doğru götürürken Hayriye isminde bir bayan yanındaki bayana “ Bunlar bizi öldürecekler. Bulunduğumuz yere oturup bekleyelim” der. Ancak yanındaki bayan, bunun bir faydasının olmayacağını, askerler fark edip tekrar yürüteceklerini söyleyince, Hayriye bulunduğu yere çömelerek ayağına batan dikenleri çıkarıyormuş gibi davranır. Her gelen asker onu geçip kimse müdahale etmez ve böylece tepeyi aşan askerler gözden kaybolunca Hayriye geri kaçıp kurtulur. Bu bayanın hala Seyfan’da oturan çocukları var.

Sayer Köyünün tam orta yerinde genişçe bir evin etrafında yoğunluk başladı. Köyün içine yayılan her bir asker kucağında çalı çırpıyla geri gelmişlerdi. Getirilen çalı çırpılar bu evin çevresine, içine dolduruldu. Sıra kadın çocukları evin içine doldurmaya gelmişti. Kimse evin içine kolayca girmek istemiyordu. Analar kendi çocukları için yalvarmaya başladı. Ancak emir kesindi ve bütün bunlar bu evde yakılacaktı. Kimi bayanlar sımsıkı kucakladığı çocuğuyla birlikte süngü darbeleriyle içeri sürüldü. Bu bağrışma bu arbedenin içinde Derdiye isminde bir bayan öne çıktı.  Askerlerin süngüleri her an göğsünü delecek bir mesafede durdu. Köyde vurulan Mehmet Çavuş’un eşiydi. “Komutanınız nerde onu bana gösterin” dedi. Gösterdiler. “Onunla konuşmak istiyorum” dedi. Komutan izin verdi. Metince yaklaştı. Komutanla göz göze geldi. Biraz önce köyde kocası Mehmet Çavuş’un vur emrini veren komutan olduğunu fark etti.  Önünde süngülü askerler hazır vaziyette bekliyorlardı. “Ben senden beni öldürme diye yalvarmaya gelmedim. Üç tane çocuğum var, üçü de burada ve babalarını köyde vurdunuz, size yaptığı bunca hizmetin karşılığı olarak. Şimdi senden istediğim, bir tane çocuğumu geri bırak, öldürme, babasının soyu dünyada kesilmesin, geri kalanlarımızın kanları sana helal olsun. Babasının size yapmış olduğu bunca hizmete karşılık bir çocuğunu sağ bırakın. Bu isteğimi yerine getirirsen sana şu altın kemerimi vereceğim” deyip beline bağladığı altın kemere elini uzattı. Komutanın gözleri açıldı. “İyi bir kazanç” diye düşündü. “ Kabul ediyorum” dedi komutan. “Hangi çocuğunsa getir yanıma” dedi ve altın kemere uzandı. Derdiye kalabalığın arasında durmuş üç çocuğundan küçüğünün elinden tutup öne çıktı. Her üç çocuğun da yanında farkı yoktu ama her nedense içgüdüsü o esnada küçük çocuğa meyletmişti. O anki anne şefkati ağırlığını küçük çocuktan yana kullanmıştı. Komutan bu çocuğu bulunduğu yerde yan tarafına aldı. Çocuk kendi korumasındaydı artık! Emir verdi bütün kadın çocuklar evin içine kapatıldı. Benzin dökülerek ateşe verildi. İçerde pencerelere koşuşan kadınlar, çocuklarını kucağına almış pencereden dışarıya atmaya çalışan anneler…  Çaresiz kalıp çocuğuyla sarılarak yanmaya rıza gösterenler… Çocuğunu pencereye yetiştirip dışarı atabilenlerin çocukları bir süngü başında kendilerine geri dönenler… Anneleri saklanan iki küçük çocuğun bu ateş ve duman dalgaları içinde çırpınan insanların ayakları altında her biri bir köşede can vermeleri… Yoğun dumandan boğulanlar…  Komutanın yanı başında bir altın kemer karşılığında kurtulan çocuk, anne ve kardeşlerinin diri, diri yakılmalarını seyrederken döktüğü gözyaşları…

Evden ses kesilince komutan yanındaki çocuğa döndü. Hemen silahına süngüyü takıp süngüleyerek onu da ateşin içine attı. Nasıl olsa annesi ölmüştü ve altın kemer de ondaydı… Yıl 1927, yer Bingöl’ün Genç ( Darahini ) ilçesi Sayer Köyü, bu evde yakılanların sayısı 76 kadın, çocuk…

Sayer Köyündenv HACI AHMET AYDIN ANLATIYOR

“Ben o zaman üç yaşlarındaydım. Katliamdan önce köyü boşaltmış dağlara çıkmıştık. Köyümüzde sadece bir erkek ile bir kadın ve kadının küçük yaşta iki çocuğu geride kalmışlardı. Kadının ismi Halime idi. Çocuklarının ismi de biri Muhammed diğeri Zeriye idi. Muhammed 5-6, Zeriye ise 3-4 yaşlarındaydı. O iki küçük çocukları da yaktılar. Anneleri saklanmasaydı onu da yakarlardı. Bir kış köyümüze geri gelmedik. Gittiğimiz yerlerde kaldık. Köyümüze dönerken her yeri yakılmış gördük. Evlerin tümü yakılmıştı. Köylüler evlerinin enkazını kaldırmaya başladılar, ateşten kurtulmuş yanmamış bir şeyler bulabilme umuduyla. İnsanların içinde yakıldığı bu ev sahibi de aynı maksatla evinin enkazını kaldırmaya başladı ve bu yakılmış insanların cesetlerine böylece ulaşılmış oldu. Yapılan bu korkunç katliam ortaya çıktı. Herkes bu kadın çocukların yakalanıp Genç’e götürüldüğünü biliyordu. Oysa hepsini bu evde yakarak öldürmüşlerdi. Bu korkunç katliama biz de şahit olduk. ”

KATLİAMDA YAKILANLARDAN İSİMLERİNİ ÖĞRENDİKLERİMİZ SEYFAN KÖYÜNDEN OLANLAR:

Amine Çetin,  Amine’nin kızı Derdiye,  Fatime Çetin, Fatime’nin üç kızı ( Hayriye, Küdret, üçüncünün ismi öğrenilemedi) Fatime’nin kızı olan Kudret’in üç kızı ( isimleri öğrenilemedi.)

GÖRNOZ KÖYÜNDEN OLANLAR:

Ömer ( 8-9 yaşlarında),  Nuriye Aydın ve oğlu Abdullah

Sayer KöyüNDEN OLANLAR:

Saklanan bayanın iki çocuğu; Muhammed ( 5-6 yaşlarında), Zeriye ( Muhammed’in kız kardeşi 3-4 yaşlarında), Kamil, Ali

GUEV KÖYÜNDEN OLANLAR:

Derdiye ( Mehmet Çavuş’un hanımı ve üç çocuğu), Derdiye’nin oğlu Ahmet Aral ( diğer iki çocuğunun ismi öğrenilemedi ), Heziye Çelik, Fatime ve Abdullah isminde bir oğlu, Xamşe ve bacısı, Naziye Akçabay, Fatime Döner, Hanife Döyer ve beş çocuğu; Zekiye, Mehmet, Selahattin, Abdullah, Fadıl. Ayrıca babaları Celil Döyer ( Celil Çavuş ) de onlarla birlikte yakalanmıştı. Babalarının başına gelenleri önümüzdeki yazı dizimizde işleriz inşallah.

Bunlar isimlerini tespit edebildiklerimizdir. Bölge halkından, olayların birinci derecedeki mağdurlarından olanlar, merak edip de araştıran ve öğrendiklerini kaydedebilenlere denk gelmedik. Temennimiz; birileri bu isimlerin tamamını doğru bir şekilde tespit edip yazmış olmasıdır ve bize de ulaşıp istifade ettirmesidir.

++++++++++++


Tanıkların Dilinden Yakın Tarih - 1
Şeyh Said Efendinin kıyamı bahane edilerek Bölgede çok geniş bir alanda soykırım derecesinde yapılan katliamları araştırdık.
Eklenme : 18 Temmuz 2011 Pazartesi 13:13:00


TANIKLARIN DİLİNDEN YAKIN TARİHİN KARANLIK SAYFALARI-1

Mehmet Baran / Doğruhaber

Katliam bölgelerini dolaştıkça, katliam alanının ne kadar geniş olduğunu ve şimdiye kadar öğrendiklerimizin sadece buzdağının görünen kısmından başka bir şey olmadığına kanaat getirdik. Öğrendiklerimizin özetini tanıkların dilinden sizinle paylaşmak istedik. Öğrendiklerimizin özetini diyoruz, zira anlatılanlar çok fazla ve tüyler ürperten dramatik sahnelerle dolu. Hepsini tanıklarından duyduğumuz gibi buraya aktarmaya çalışırsak gazete sütunlarına sığmaz. Bu konuda araştırmalarımız devam edecek inşaallah. Konuyla ilgili bir bildiği olan varsa bize ulaşıp katkıda bulunması temennimizdir. Gücümüzün yettiği kadarıyla katliam bölgelerine ziyaretlerimiz devam edecektir.

“Alay mıydı, tabur muydu? Tam olarak bilmiyorum. İkisinden bir birlik askerdi. Evimizin önünden gelip geçti.(Genç- Darahini ilçesinin Ğarip Köyü) Ben 13-14 yaşlarındaydım. Evimizin önünde, bahçemizin yanı başında bir su kuyumuz vardı. Anneme “Su çek ver Efendiye ulaştırayım, vereyim” dedim. Annem suyu kuyudan çekip bana verdi. Şeyh Sait Efendiye su ulaştırabilme şevkiyle su bakracımı alıp ona doğru yürüdüm. Efendi beyaz bir atın üzerindeydi. Ayakları atın karnı altında sıkıca birbirine bağlanmıştı. Elleri karnının üstünde birbirinin üzerine konup bağlanmıştı. Beyaz sakalı göğsünün üstünde yayılmış ve başı öne eğik duruyordu. Uzun boylu, esmer tenliydi. Üstünde kahverengi bir aba vardı, önü işlemeliydi.

Elimdeki su kabıyla Efendiye doğru ilerlerken bir asker yolumu keserek elimdeki su kabını aldı. İlk başta “Boyum yetişmez diye suyu benden aldı, kendisi Efendiye ulaştıracak” diye düşündüm. Ancak asker kabın içindeki suyu yere döktü ve kabımızı öfkeyle uzağa fırlatıp kırdı. Annem askere laf söyledi. Ben anneme “Sus, vallahi seni de götürürler” deyip onu susturdum. Bereket ki, kalabalıktan annemin sesi askere gitmemişti. Alay süvari birliği eşliğinde Şeyh Sait Efendi esir alınmış halde Diyarbakır’a doğru yola devam ederken, biz de arkadan bağrı yanık, umutları tükenmiş bir halde çaresiz bakadurduk” diyordu Bingöl Genç (Darahini) Ğarip Köyünden yaşı yüzün üstünde olan Ali oğlu Hüsnü Kartali Dayı.

“Efendi hiç gözlerimin önünden gitmez oldu o günden sonra. İlerleyen zamanda yolum Diyarbakır’a düşünce Şükrü isminde bir kirvem bana “Seni Efendi ve arkadaşlarının asıldığı yere götüreceğim” dedi ve götürdü. Efendi ve arkadaşlarının asıldığı yerde içki fabrikasını yapmışlardı. Oralarda dolaştıkça Efendinin hatırası zihnimde canlandı. Çok üzülmüş ve mahzun bir halde dışarı çıktmıştım. Mahzun halimi gören kirvem, “üzülme” dedi bana. “Bizim Zâzalar Efendinin cenazesini çaldılar, ama nereye götürüp gömdüklerini bilmiyorum.” dedi. Bu bana teselli oldu.”

Bu bölgenin insanı çok çekti. Kimsenin fazla okumuşluğu yoktu. Babamla Diyarbakır’a gitmiştik. Ben bir ihtiyaç için babamın bulunduğu yerden ayrılmıştım. Dönünce yol arkadaşımızdan babamın polisler tarafından götürüldüğünü duydum. Hangi suçtan götürüldü? diye sorduğumda, Kürtçe konuştuğu için denildi. Babamı aramaya koyuldum. Karakolda komiseri buldum. Babamın borcu ne kadar diye sordum. Yirmi beş kuruştur, dedi. Al yirmi beş kuruşu, şimdi babamı götürebilir miyim? dedim. Sen Türkçe biliyorsun baban niye Türkçe bilmiyor? diye sorunca, ben babamı almaya geldim imtihan olmaya değil diye tepki gösterdim ve babamı yanıma alarak çıktım…

Hüsnü dayı başından geçen ibretlik hayat hikâyelerini anlatmaya devam etsin, biz; Şeyh Said Efendinin asılmasından sonra bölgede yapılan katliamlara dönelim:

BİNGÖL-GENÇ’E BAĞLI ŞEMSAN (YAĞIZCA) KÖYÜ

Şemsan (Yağızca) Köyü, Yüksekçe bir tepenin güneye bakan yüzünde kurulmuş olan bu köy yakın tarihin eşi görülmemiş vahşet sahnelerine tanıklık etmiş olan köylerden sadece bir tanesidir. Darahini (Genç) köylerinden olan bu köyde fazla düzlük alan bulunmamaktadır. Evler tepeden yer oyularak yapılmıştır. Yerden fışkıran hayat kaynağı suları insanları buraya bağlayan unsurların başında gelmektedir.

Toplu katliam talimatıyla bölgeye, Şeyh Sait Efendinin asılması akabinde yayılan askerler, Şemsan’a erken varmışlardı. Asker ismini duyan herkes çoluk-çocuk evlerini terk edip dağlara kaçmışlardı. Ancak Ahmet isminde (Nadir Oğlu) köylü: “Benim askere bir zararım dokunmamıştır. Herhalde onlar da bana zarar vermezler” deyip aile efradıyla birlikte köyden ayrılmamaya karar verir. Ancak hiç de düşündüğü gibi olmadı. Köye saldıran askerler Ahmet ve aile halkıyla birlikte tam dokuz kişiyi samanlığa doldurarak diri diri ateşe veriyorlar. Samanlığın etrafında nöbete duran askerler, hemcinslerinin feryad-u figanları eşliğinde süngü takılı silahlarıyla hazır vaziyette durmukta, alevlerden kaçabilenleri tekrar ateşin acımasız kucağına atmak için beklemektedirler. Ta ki ses ve çığlıklar bitinceye ve yanan, pişen insanların etleri çevrede ağır bir koku oluşturuncaya kadar duran askerler, bir zamanlar bu bölgede benzeri katliamlar yapan Rus veya Ermeni askerleri değil, bu ülkenin askerleri ve bu insanlar da ülkenin insanları suçsuz günahsız çoluk-çocuk…

Bu meselenin şu anki dramatik yönü, o ateşten daha çok yürekleri dağlamaktadır. Dokuz kişilik bir aile, ölümlerin en ağır şekliyle, yakılarak öldürülmüştür, onların bir dikili taşları bile yoktur. Köyde bu yok edilen ailenin akrabalarına ulaşamadık. Tepede kurulu köyde bir metrekarelik dahi olsa düzlüğün değeri fazla olur. Dokuz cana korkunç bir şekilde mezar olan samanlığın yeri düzlük olunca, kemikleri buradan toplatılmış işe yaramayan bir yokuşta bir metrekarelik bir yerde gömülerek üzerine de üç-dört çalı-çırpı atılmıştır. Yakıldıkları yer de bahçe olarak kullanılmaktadır.

Daha failleri, tanıkları yaşayan bir tarihin kesit kokusu burunlarımızın direğini kırarken ibretle bu manzarayı görmüş olduk. Günahsız kadın çocuk dokuz kişi yok ediliyor, en yakınındaki kişi, kendi köylüsü ki dağa kaçmamış olsaydı aynı akıbete uğrayacağı kesin olanlar tarafından, bu katliam hatıratı yok edilmektedir… İnşaallah sahiplenen çıkar da bir duvar örülür, yok edilen bu aile fertlerinin isimlerinin üzerinde yazıldığı bir levha asılır. Böylece bu korkunç katliamın hatıratı yaşatılarak bir zamanların zulmünün vesikası olarak tarih olur.

Şemsan Köyünden Yusuf isminde bir kişi çift sürerken “Asker geldi dağlara kaçalım” diye bağrışan köylülere “Benim oğlum askerdir, beni öldürmezler” deyip işine devam eder. Askerler onu yakalayınca bir süre yanlarında götürürler ve başını keserek, öldürürler…

Şemsan Köyünde bir başka katliam tanığı, yüz beş yaşlarında bulunan Selim’in kızı Sâriye teyzenin yüzünde katliamın acımasız izleri okunuyordu. İlerleyen yaşından dolayı zor konuşuyordu. Gözlerinin önünde süngülenen küçük çocukların dışarı sarkmış bağırsaklarıyla nasıl oynadıklarını, memeleri kesilen kadınların ve hamile kadınların çocukları, süngü darbeleriyle karınlarından nasıl dışarı fırladıklarını,  bu köyde tutuldukları işkence evinde müşahede ettiğini ağlaya ağlaya anlatıyordu. Son anda gelen emirle nasıl bu vahşetten sağ kurtulduğunu anlattıkça ve öldürülen yakın akrabalarını hatırladıkça laflar boğazında düğümleniyor sesi titriyordu. “O zaman ben çocuk yaştaydım. Hasan ve Mahmut isminde iki amcam vardı. İkisinin de hanımının ismi Fatma idi. Her iki yengemi de yakalamışlardı. Onların göğüslerini kesip kaburgalarından balık gibi ikiye böldüler, kollarını, ayaklarını kestiler. Bu vahşetin izlerini kapatmak için cesetleri yakıyorlardı. Onları da yakacaklardı ,son anda gelen haberle yakma emri kaldırıldı ve biz sağ kalanlar da öldürülmekten, yakılmaktan böylece son anda kurtulmuş olduk. Benim kundakta bir kardeşim vardı. Annem asker haberini alınca beni ve kundaktaki bebeğini bırakıp dağlara kaçmıştı. Kaçmamış olsaydı yengelerimin uğramış olduğu akıbete uğrardı. Hasan ismindeki amcamın kafasını kesmişlerdi.  Asker köyü terk edince uzun bir süre amcamın kafasını aradık bulamadık…”

Şemsan Köyünde ailesinden katliamda kurban veren bir başka kişi de 1938 doğumlu Hacı Kamil oğlu Hacı Hüseyin’dir. Olayları babasından defalarca duyup hafızasına kaydetmiş: “Babamdan duyduğuma göre bizim köyde 27 kişiyi samanlığa doldurup yakmışlar. Dedemi ensesinden kurşunlayarak öldürmüşler. Ninemi ise süngüleyerek öldürmüşler. O zamanlar az mı zulüm yapıldı? Kur’an-ı Kerim bulundurmak suçtu. Kur’an-ı Kerimleri korkudan yere gömerdik. Sarık takmak, Arapça ezan okumak suçtu. Bunlar için nice insanlar farklı şekillerde cezalandırıldı. İnsanlar akıl almaz bir şekilde sindirildi…”

Şemsan Köyünün yakın komşusu Görnoz ( Kepçeli) Köyündeyiz. Soruyoruz Şemsan Köyünde yapılan katliamları. Kimsenin doğru dürüst bilmediğini müşahede ediyoruz. Yakın bir tarih, yürek burkan katliamlar, insanlık tarihinin en acı verici sayfası, devletin demir yumruğuyla sindirilmiş bir nesil ki, yanı başındaki katliamları öğrenme cesaretini bile ellerinden alınmış durumda. Kendi akrabalarının başına gelenleri bile anlatmaktan çekinecek kadar sindirilmiş bir halk…  

Canlı tanıkları yaşayan bir tarihin vahşetinden örnek vermeye çalıştık çok uzak bir tarihten, Hacac-ı Zalimin yaptıklarından değil. İsteyen bir araştırmacının istediği anda elinin ulaşabileceği bir yerden ve tarihi gerçekten söz ediyoruz.

Devam edecek



“Şeyh Said Kıyamın’daki İhanetlerin Bedeli” Yazı Dizimizle İlgili Açıklama

Yazı dizimizle ilgili Hacı Musa Bey’in torunu Saim Bey, Hüseyin Paşa’nın torunu Zeynelabidin Bey ve Mahmut Bey’in torunu bizleri aradılar, bazı itirazlarını ifade ettiler. Hassasiyetleri için hepsinden Allah (cc) razı olsun.

Öncelikle şunu ifade edelim ki bu yazı dizisi, çok titiz bir “Mukayeseli Tarih Araştırması” ürünüdür. Konuyla ilgili sol, dindar kesimlerin görüşleri ve devletin resmi bakışını temsil eden kişilerin yazdıkları sıkıca incelenmiş, ondan bir kanaate ulaşılmıştır. Sadece Mahmut Bey hakkında yeteri kadar kaynak yoktu. Bundan dolayı ilgili kaynağa duyulan güven üzerinden hareket edilmiştir.

Hacı Musa Bey ve Kör Hüseyin Paşa gibi Kıyam öncesi kahramanların hizmetleri asla inkar edilemez. Yazıda Hacı Musa Bey’e ihanetin yakıştırılmadığı vurgulanmış, Kör Hüseyin Paşa ise Şeyh Said’in ağabeyi Şeyh Bahauddin’le aynı kategoride ele alınmıştır.

Şüphesiz ki tarih ibret alınması için anlatılır. Rabbimize hesap verme endişesiyle o insanlarla ilgili en net ve en çok ibret alınacak doğruları vermeye özen gösterdik. Amacımız onları anlatmak değil, onların başına gelenlerden ders almaktır.

Bu araştırmanın ailelerle görüşme yanı koşullar gereği eksik kaldı, ayrıca ailelerin büyüklerine karşı merhametinin tarihle çelişebileceği endişesi böyle bir tercihe bizi sevk etti.

Rabbimiz fırsat verirse ve bizi arayan kardeşler bize yardımcı olurlarsa bu Kıyam öncesi kahramanların ibret alınacak farklı yönleriyle ilgili gelecekte bir çalışma yapma imkanımız olur.

+++++++++++++++++


 Tarihçe

Köy halkı, Zazalardan oluşmaktadır.

Bozkanat köyü çok eski bir yerleşim yeridir tam olarak tarihi bilinmese de ilçede bulunan hazarşah köyüyle beraber ilçenin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Köyün en eski merkezi yaklaşık 500 yıllık bir tarihe sahip olduğu bilinen Topluca (göf) mezrasıdır. Buraya ilk yerleşen aile hala köyde yaşamakta olan ailelerin büyük dedeleridir ve bu da köydeki yaşayan bir çok aileyi soy olarak akraba kılmaktadır. Bozkanat köyü sakinleri Hz.Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin'in soyundan gelmektedir ve seyyid olarak anılmaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde köylülerden vergi alınmamış olması buna delil olarak gösterilebilir.Bozkanat köyünün en yaşlıları Halit Döner, Ali Doğulu, Abdullah Döger, Mehmet Akçabey ve Ahmet Döger'dir. 1980 yılındaki askeri darbeye kadar medrese eğitimi verilmekte olan köyden şu anda insanlara hizmet veren 2 müftü de çıkmıştır. Bu nedenle köy mollalar köyü olarak da bilinmektedir.
Bozkanat
Bozkanat yukarıdan
Kültür

Zaza kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.
Eğitim

köyde topluca ve bozkanat ilköğretim okulu bulunmaktadır. köyde birleştirilmiş eğitim verilir. köydekiler ilköğretim 5. sınıftan sonra genellikle solhan yibo'ya gönderilir. köyde eğitim görmüş birçok insan vardır. Özellikle son dönemde köy içerisinde yapılan bir araştırmada köydeki bir çok aileden sadece iki tanesinde dahi 72 kişinin üniversite tahsili yaptığı veya hala okumakta olduğu tespit edilmiştir.bu insanlar türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılmıştır.
Coğrafya

Bingöl iline 76 km, Solhan ilçesine 28 km uzaklıktadır. Köy dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. köyün sınırları içerisinden murat nehri (beher)geçmektedir. köy genç-solhan sınırında solhana bağlı son köydür. Güneydoğu torosların kuzey yüzünde yer almaktadır. köyün içerisinde herkes tarafından bilinen kavak yaylası bulunmaktadır.
Bozkanat
Mezraları

1. Harabadüzü Mezrası(Raşt Xraba) 2. Gört Mezrası(Guert) 3. Ortaca Mezrası(Gume spi) 4. Topluca Mezrası(Guew) 5. Turna Mezrası(Turna istasyonu) 6. Uyanık Mezrası(Seyfon ginç) 7. Sahak Mezrası (Sak



                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

@templatesyard